Cuma, Temmuz 14, 2006

SÜRGÜN ÜLKEDEN BAŞKENTLER BAŞKENTİNE / Sezai Karakoç



II

Gelin gülle başlayalım atalara uyarak
Baharı kolayarak girelim kelimeler ülkesine
Bir anda yükselen bir bülbül sesi
-Erken erken karlar ortasında
Güneş dönmüş ışık saçan bir yumurta-
Bana geri getirir eski günleri
...Paslanmış demir bir kapı açılır
Küf tutmuş kilitler gıcırdarken
Ta karanlıklar içinde birden
Bir türkü gibi yükselirsin sen
Fısıldarım sana yıllarca içimde biriken
Söyleyemediğim ateşten kelimeleri
Şuuraltım patlamış bir bomba gibi
Saçar ortalığa zamanın
Ağaran saçın toz toprağını
Bana ne Paris'ten
Newyork'tan Londra'dan
Moskova'dan Pekin'den
Senin yanında
Bütün türedi uygarlıklar umurumda mı
Sen bir uygarlık oldun bir ömür boyu
Geceme gündüzüme
Gözlerin
Lale Devrinden bir pencere
Ellerin
Baki'den Nefi'den Şeyh Galib'den
Kucağıma dökülen
Altın leylak

III

Ölüler gelmiş çitlembikler sarmaşıklarla
Tırmanmışlar surlarıma burçlarıma
Kimi ırmaklardan yansıma
Kimi kayalardan kırpılma
Kimi öteki dünyadan bir çarpılma
İçi ölümle dolu
Dönen bir huni
Doğarken güneş
Kesilmiş ölü yüzlerden
Bir mozayik minyatürlerden
Dokunur tenimize
Soğuk bir azrail ürpertisiyle ay
Ve birden senin sesin gelir dört yandan
Menekşe kokulu sütunlardan
Komşu dağlardaki nergislerden leylaklardan
Gözlerine ait belgeler sunulur
Ey aşkın kutlu kitabı
Uçarı hayallere yataklık eden
Peri bacalarının yasağı
Gönlümün celladı acı mezmur
Bana bıraktığın yazıt bu mudur
Ölüm geldi bana düğün armağanın gibi
Senden bir gök
Senden yıldızlar ördüler
Ateş böcekleri
O gece dört yanıma
Ey bitmeyen kalbimin samanyolu destanı
Sen bir anne gibi tuttun ufukları
Ve çocuklar gülle anne arasında
Seninle güller arasında
Tuhaf bir ışık bulup eridiler
Çocuklar dağ hücrelerinde erdiler
Aramızdaki sırra
Bir de ay ışığında büyüyen fısıltılar
Gençlik monologları
Seni alıp kaybolmuş zamanın çağıltısından
Bana getiren
Yasamız vardı
Öfkeyle yazardın sen bir yüzüne
Ölür ölür okurdum öbür yüzünde ben

IV

Senin kalbinden sürgün oldum ilkin
Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği
Bütün törenlerin şölenlerin ayinlerin yortuların dışında
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Uzatma dünya sürgünümü benim
Güneşi bahardan koparıp
Aşkın bu en onulmazından koparıp
Bir tuz bulutu gibi
Savuran yüreğime
Ah uzatma dünya sürgünümü benim
Nice yorulduğum ayakkabılarımdan değil
Ayaklarımdan belli
Lambalar eğri
Aynalar akrep meleği
Zaman çarpılmış atın son hayali
Ev miras değil mirasın hayaleti
Ey gönlümün doğurduğu
Büyüttüğü emzirdiği
Kuş tüyünden
Ve kuş sütünden
Geceler ve gündüzlerde
İnsanlığa anıt gibi yükselttiği
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim

Bütün şiirlerde söylediğim sensin
Suna dedimse sen Leyla dedimse sensin
Seni saklamak için görüntülerinden faydalandım Salome'nin Belkıs'ın
Boşunaydı saklamaya çalışmam öylesine aşikarsın bellisin
Kuşlar uçar senin gönlünü taklit için
Ellerinden devşirir bahar çiçeklerini
Deniz gözlerinden alır sonsuzluğun haberini
Ey gönüllerin en yumuşağı en derini
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim

Yıllar geçti saban olumsuz iz bıraktı toprakta
Yıldızlara uzanıp hep seni sordum gece yarılarında
Çatı katlarında bodrum katlarında
Gölgendi gecemi aydınlatan eşsiz lamba
Hep Kanlıca'da Emirgan'da
Kandilli'nin kurşuni şafaklarında
Seninle söyleşip durdum bir ömrün baharında yazında
Şimdi onun birdenbire gelen sonbaharında
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Ey çağdaş Kudüs (Meryem)
Ey sırrını gönlünde taşıyan Mısır (Züleyha)
Ey ipeklere yumuşaklık bağışlayan merhametin kalbi
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim

Dağların yıkılışını gördüm bir Venüs bardağında
Köle gibi satıldım pazarlar pazarında
Güneşin sarardığını gördüm Konstantin duvarında
Senin hayallerinle yandım düşlerin civarında
Gölgendi yansıyıp duran bengisu pınarında
Ölüm düşüncesinin beni sardığı şu anda
Verilmemiş hesapların korkusuyla
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim

Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır
Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır
Aşk celladından ne çıkar madem ki yar vardır
Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır
Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır
O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır
Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır
Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır
Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır
Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır
Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır
Sendan ümit kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili

Sibirya'dan Gelen Mektup



iki yanımda iki gızıl nefer
ellerim arkadan bağlı
gidiyrem...
bağrımda bir gızıl hançer
men müslüman türkem..
hürriyet bir mavi düş oldu
onuda göremiyrem
don üstünde yalıncak
ayaklarım daş oldu
acısını duymiyrem.
yüzlercesi ölür bir gecede açlıktan
atılır leşleri gurda guşa
men esaret yarasından
hergün min kerre ölürem..
alır alır götürür bir gızıl gatar
tümen tümen gardaşı
bir hayvan vagonunda yüz gişi
hayvandı mı esirdi mi bilmiyrem..
vatan ve iman türküsü yasah
vatan mı?
çok ırah
ağızları kilitledik..
derdimi tökemiyrem.
bir gızıl gampta dinden imandan
yurttan yuvadan ırah
gizli gizli ağlıyrem
döniyrem türkiye'nin kıbrıs'ın rüzgarına
kokusunu havasını
ciğerime ta ciğerimin köşesine
derin derin çekiyrem...
hürriyetten bizi koparan tel örgülere
her gün daşan bir kinle bakıyram.
gardaşım türkiyeli gıbrıslı gardaşım
men bu gızıl cehennemde
hürriyeti tanımadan
görmeden yaşıyram

kulede makineli
çevrede tel örgüler
"gel" deme gardaşım gel deme
gelemiyrem
ağlama ey yürekten yaran yar
ağlasanda bir ağlamasanda
esirler esir...
hayvanlardan aşağı
dayanamıyram..

ötükende dalgalandırdığım bayrak
yerde gayrı değilmi?
anlatma artık bırak
BU GIZIL PAÇAVRA NE?
seçemiyrem
hürriyet düşmanının heç insafı olurmu?
inanma gardaşım hürriyet vaadine
sor mene sor gardaşım..
ağnatem sene birem birem
gir bağrına vatanın
ağaç ol toprak ol
öl-öldür bırakma akmadan son damla kanıy
vatansızlık ne demek
ancak men bilirem
bu gızıl paçavra ne?
karanlık bir bulut gibi
çökmüş hürriyetin üzerine
yırt onu gardaşım vatanında..
paramparça et gönderini de
o gızıl paçavrayı
men yırtamiyrem...
canlan artık gardaşım..
ölüsün mü ne?
yetmedimi gızıl baykuş ötmesi?
yık ez,al intikamımı
seni sibiryada yanımda
görmeyi istemiyrem...

Çarşamba, Temmuz 12, 2006

SANMA ŞAHIM / Yavuz Sultan Selim



Sanma Şahım // Herkesi sen .....// Sadıkane .// Yar olur,
Herkesi sen.. // dost mu sandın // Belki ol ...// Ağyar olur,
Sadıkane ....// Belki Ol ...........// Alemde ...// Didar olur,
Yar olur ....// Ağyar olur .......// Didar olur // Serdar olur.

Not: Şiiri hem soldan sağa, hem yukarıdan aşağıya okuyunuz. Yavuz'un şiirdeki ustalığını göreceksiniz.

Salı, Temmuz 11, 2006

BİR GECE / Mehmet Akif Ersoy




Ondört asır evvel, yine böyle bir geceydi,
Kumdan, ayın ondördü, bir öksüz çıkıverdi!
Lakin, o ne hüsrandı ki: Hissetmedi gözler,
Kaç bin senedir halbuki bekleşmedelerdi!
Neden görecekler, göremezlerdi tabii;
Bir kere, zuhur ettiği çöl en sapa yerdi,
Bir kerede, mamure-I dünya, o zamanlar,
Buhranlar içindeydi, bu günden de beterdi.
Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!
Fevza bütün afakını sarmıştı zeminin.
Salgındı, bugün şarkı yıkan, tefrika derdi.
Derken, büyümüş kırkına gelmişti ki öksüz,
Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi!
Bir nefhada insanlığı kurtardı o ma'sum,
Bir hamlede kayserleri, kisraları serdi!
Aczin ki, ezilmekti bütün hakkı dirildi;
Zulmün ki, zeval aklına gelmezdi geberdi!
Alemlere rahmetti evet şer-i mübini,
Şehbalini adl isteyenin yurduna gerdi.
Dünya neye sahipse, O'nun vergisidir hep;
Medyun ona cemiyyet-i, medyun O'na ferdi.
Medyundur o masuma bütün bir beşeriyet
Ya Rab, bizi mahşerde bu ikrar ile haşret.

BÜLBÜL / Mehmet Akif Ersoy



...
-Eşin var âşiyanın var, baharın var ki beklerdin.
Kıyametler koparmak neydi ey bülbül, nedir derdin?
O zümrüt tahta kondun, bir semavi saltanat kurdun,
Cihanın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun!
Bugün bir yemyeşil vâdi, yarın bir kıpkızıl gülşen,
Gezersin hânumânın şen, için şen, kâinatın şen!
Hazansız bir zemin isterse, şayet ruh-ı serbâzın,
Ufuklar, bu'd-i mutlaklar bütün mahkûm-ı pervâzın.
Değil bir kayda, sığmazsın kanatlandın mı eb'ada
Hayatın en muhayyel gayedir âhrara dünyada.
Neden öyleyse matemlerle eyyâmın perişandır,
Niçin bir katrecik göğsünde bir umman huruşandır?
Hayır matem senin hakkın değil, matem benim hakkım;
Asırlar var ki aydınlık nedir hiç bilmez afakım.
Teselliden nasibim yok, hazan ağlar baharımda
Bugün bir hanumansız serseriyim öz diyarımda.
Ne hüsrandır ki: Şark'ın ben vefâsız, kansız evlâdı,
Serapa Garba çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı!
Hayalimden geçerken şimdi, fikrim herc ü merc oldu,
Salahaddin-i Eyyubi'lerin, Fatih'lerin yurdu.
Ne zillettir ki: nâkûs inlesin beyninde Osman'ın;
Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ'nın!
Ne hicrandır ki: en şevketli bir mâzi serâp olsun;
O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun!
Çökük bir kubbe kalsın ma'bedinden Yıldırım Hân'ın;
Şenâatlerle çiğnensin muazzam Kabri Orhan'ın!
Ne heybettir ki: vahdet-gâhı dînin devrilip, taş taş,
Sürünsün şimdi milyonlarca me'vâsız kalan dindaş!
Yıkılmış hânmânlar yerde işkenceyle kıvransın;
Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın!
Dolaşsın, sonra, İslâm'ın harem-gâhında nâ-mahrem...
Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem!

Cumartesi, Temmuz 08, 2006

ZİNDANDAN MEHMED'E MEKTUP / Necip Fazıl Kısakürek



Zindan iki hece Mehmedim lafta
Baba katiliyle baban bir safta
Birde geri adam boynunda yafta
Halimi düşünüp yanma Mehmedim
Kavuşmak mı belki daha ölmedim

Avlu.. bir uzun yol tuğla döşeli
Kırmızı tuğlalar altı köşeli
Bu yol da tutuktur hapse düşeli..
Git ve gel ..yüz adım.. bin yıllık konak
Ne ayak dayanır buna ne tırnak!

Bir alem ki gökler boru içinde!
Akıl olmazların zoru içinde
Üst üste sorular soru içinde
Düşün mü konuş mu sus mu unut mu
Buradan insan mı çıkar tabut mu?

Bir idamlık Ali vardı asıldı
Kaydını düştüler mühür basıldı
Geçti gitti birkaç günlük fasıldı
Ondan kalan boynu bükük ve sefil
Bahçeye diktiği üç beş karanfil

Müdür bey dert dinler bu gün maruzat
Çatık kaş hükümet dedikleri zat
Beni Allah tutmuş kim eder azat
Anlamaz yazısız, pulsuz, dilekçem
Anlamaz ruhuma geçti bilekçem!

Saat beş dedi mi bir yırtıcı zil
Sayım var maltada hizaya dizil
Tek yekün içinde yazıl ve çizil
İnsanlar zindanda birer kemmiyyet
Urbalarla kemik mintanlarla et...

Somurtuş ki bıçak nara ki tokat
Zift dolu gözlerde karanlık kat kat..
Yalnız seccademin yününde şefkat;
Beni kimsecikler okşamaz madem
Öp beni alnımdan sen öp seccadem

Çaycı, getir ilaç kokulu çaydan!
Dakika düşelim senelik paydan
Zindanda dakika farksızdır aydan
Karıştır çayını zaman erisin;
Köpük köpük duman duman erisin!

Peykeler duvara mıhlı peykeler:
Duvarda başlardan yağlı lekeler,
Gömülmüş duvara baş baş gölgeler...
Duvar katil duvar, yolumu biçtin
Kanla dolu sünger ....beynimi içtin...

Sükut...kıvrım kıvrım uzaklık uzar;
Tek nokta seçemez dünyada nazar.
Yerinde mi acep ölü ve mezar?
Yeryüzü boşaldı habersiz miyiz
Güneşe göç varda kalan biz miyiz?

Ses demir su demir ve ekmek demir...
İstersen demirde muhali kemir
Ne gelir ki elden kader bu emir...
Garip pencerecik küçük daracık;
Dünyaya kapalı Allaha açık.

Dua dua eller karıncalanmış
Yıldızlar avuçta gök parçalanmış
Gözyaşı bir tarla hep yoncalanmış
Bir soluk bir tütsü bir uçan buğu
İplik ki incecik örer boşluğu.

Ana rahmi zahir şu bizim koğuş
Karanlığında nur yeniden doğuş
Sesler duymaktayım davran ve boğuş
Sen bir devsin, yükü ağırdır devin
Kalk ayağa dimdik doğrul ve sevin!

Mehmedim sevinin başlar yüksekte!
Ölsekte sevinin eve dönsekte
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın elbet bizim elbet bizimdir!
Gün doğmuş gün batmış ebed bizimdir

Cuma, Temmuz 07, 2006

SAKARYA TÜRKÜSÜ / Necip Fazıl Kısakürek




İnsan bu su misali; kıvrım kıvrım akar ya
Bir yanda akan benin öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan hep basamak basamak.
Benimse alın yazım yokuşlarda susamak.
Her şey akar su,tarih,yıldız,insan ve fikir...
Oluklar çift birinden nur akar birinden kir.

Akışta demetlenmiş büyük küçük kainat.
Şu çıkan buluta bak; bu inen suya inat!
Fakat Sakarya başka yokuş mu çıkıyor ne?
Kurşundan bir yük binmiş köpükten gövdesine
Çatlıyor,yırtınıyor, yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya! Kim demiş suya vurulmaz perçin?

Rabbim isterse sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına Sakarya'nın Türk tarihi vurulur.
Eyvah eyvah!Sakarya'm sana mı düştü bu yük?
Bu dava hor,bu dava öksüz,bu dava büyük!...
Ne ağır imtihandır başındaki Sakarya...
Bin bir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?..

İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal.
hamallık ki; sonunda ne rütbe var ne de mal!
Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan,
Ve ayrılık,anadan,vatandan ,arkadaştan...
Şimdi dövün Sakarya!Dövünmek vakti bu an...
Kehkeşanlara kaçmış eski günleri an.

Hani yunus emre ki, kıyında geziniyordu
Hani ardında çil çil kubbeler serpen ordu.
Nerede kardeşlerin cömert nil,yeşil tuna..!
Giden şanlı akıncı ne gün döner yurduna?
Mermerlerin nabzında hala çarparmı tekbir?
Bulur mu deli rüzgar o sedayı: Allah bir!

Bütün bunlar sendedir bu girift bilmeceler;
Sakarya kandillere katan döktü geceler...
Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,
Öz yurdunda garipsin öz vatanında parya!

İnsan üç beş damla kan ırmak üç beş damla su;
Bir hayata çattık k.i hayata kurmuş pusu
Geldi ölümlü yalan gitti ölümsüz gerçek;
Siz hayat süren leşler,sizi kim diriltecek?
Kaf dağını assalar belki çekerde bir kıl.
Bu ifritten sualin kılını çekmez akıl.

Sakarya saf çocuğu masum anadolunun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun.
Sen ve ben gözyaşıyla ıslanmış hamurdanız,
Rengimize baksınlar kandan ve çamurdanız!
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma böyle gelmiş bu dünya böyle gider!


Bana kefendir yatak,sana tabuttur havuz,
Sen kıvrıl, ben gideyim son peygamber kılavuz .
Yol onun,varlık onun,gerisi hep angarya...
Yüz üstü Çok süründün,Ayağa kalk SAKARYA....!

ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE / Mehmet Akif Ersoy



Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle- "Bu bir Avrupalı!"
Dedirir: Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi... Mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşısında,
Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâ'ûna da zuldür bu rezil istilâ!
Ah, o yirminci asır yok mu, o mahhlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcud ise, hakkıyle sefil,
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam,
Atılan her lâğamın yaktığı yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ayak,
Boşanır sırtlara, vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyâre.

Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te'sis-i İlâhî o metin istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki'-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedî serhaddi;
"O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme" dedi.
Âsım'ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek.
Şûhedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar...
Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid'i...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
"Gömelim gel seni tarihe" desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
"Bu, taşındır" diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına;
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.

Sen ki, son ehl-i salibin kırarak salvetini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslâm'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın... Heyhât!
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âguşunu açmış duruyor Peygamber.

Çarşamba, Temmuz 05, 2006

KİME EMANET / Cemil Cüneyt



Hak Nebinin dilinde nifak sayılmış
Emanete ihanet
Tohum toprağa yavru yuvaya
Yuva anaya emanet
Şak şak olmuş toprak suya
Su buluta emanet
Yusuf kuyuya
Mısır Yusuf’a emanet
Hak Nebi mağaraya
Medine Hak Nebi’ye emanet
İbrahim ateşe
İsmail bıçağa emanet
Ne bıçak ne ateş ne kuyu
Ne de mağara etmedi ihanet
Asrın İBRAHİMLERİ SANA EMANET
Arkadaş gel bir kor gibi yak sineni
Çünkü hepsi ALLAH’A EMANET
İçine doğru derinleş
Dibi görünmeyen bir kuyu ol
Sakla Yusufları koynunda
Yusuflar sana emanet
Mağarada yılan olma
Güvercin gibi vefalı
Örümcek gibi tehlikelere perdedar ol
Mağara gibi al Muhammedileri al yedi genci
Al bütün bir gençliği
Sümeyra Hak Nebi’yi evlatlarına emanet etti
Sakın ona bir şey olursa eve dönmeyin dedi
Donmeden emanete sahip çıkmayacaklarını anlayınca
Vazgeçtiler eve dönmekten
Evlerinden çıkmayanlar neyin emanetçisi acaba!
Bilecik istasyonunda yaşlı ana
Oğlunu cepheye uğurlarken
Oğlum Babanı Dimetoka’da dayını Şipka’da
Ağabeyini Çanakkale’de kaybettim
Sen benim son yongamsın
Sen de dönmezsen ben Allah’a emanet diyordu
Git sen de git
Minareler ezansız
Camiler Kur’ansız kalacaksa Sen de git
Ezan,vatan,Kuran kime emanet
Cafer-i Tayyar şehit olmuştu
Hak Nebi geldi
Yetimlerin başını okşadı ve ağladı
Baş okşayan kim gözyaşı kime emanet!
Cephede kanlar içinde son anlarını yaşarken
Vücudundan kanlı kurşunu çıkarıp
Arkadaşım Memiş –Şunu al!
Oğluma emanet et!
Ben sağ yaşadığım müddetçe görevimi yaptım.
Senden de bunun hakkını vermeni istiyorum dediğimi ilet.
Mukaddes kurşun kime emanet
Sütçü imamın iki bacımızın yaşmağını aldılar diye
Maraş’ı kana buladığı
Senin şuurun kime
Yaşmak kime emnet
Şair Hazreti Amine’ye
-Ey Ebva’da yatan ölü bahçende açtı
Dünyanın en güzel gülü derken
Bahçe kime gül kime emanet
Bilaller dem tutan bülbüller nerde
Arkadaş gül de bülbül de
Bağ da bahçıvan da
Ateş içindeki İbrahimler
Kuyudaki Yusuflar
Şu gerideki isimsiz kümbet
Şu ilerdeki ıssız mabet
Unutma! sakın unutma
Hepsi
Sana emanet!

AKINCILAR / Yahya Kemal Beyatlı



Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik

Haykırdı ak tolgalı beylerbeyi "ilerle"
Bir yaz günü geçtik tunadan kafilelerle

Şimşek gibi atıldık bir semte yedi koldan
Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan

Bir gün yine doludizgin atlarımızla
Yerden yedi kat arşa kanatlandık o hızla

Cennette bu gün gülleri açmış görürüzde
Hala o kızıl hatıra gitmez gözümüzde

Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik